Baştan Çıkarıcının Günlüğü - Soren Kierkegaard
Bir kızın ruhuna düş gibi süzülüp girmek bir sanattır, çıkmak ise bir başyapıt.
Bir kızın ruhuna düş gibi süzülüp girmek bir sanattır, çıkmak ise bir başyapıt.
".....Ben bugüne kadar yılların pratisyeniyim ama yine de bir genç kıza asla, Doğanın kutsallığı ve önce ondan bir şeyler öğrenmek dışında bir gayeyle yaklaşmam. Kızın üzerinde her ne kadar eğitici bir etkim olabilirse de bu, ondan öğrendiklerimi tekrar tekrar ona öğretmekten ibarettir.
Çoğu insan acele eder, nişanlanır yahut aptalca şeylere kalkışır, sonra göz açıp kapayıncaya kadar her şey biter ve onlar ne neyi fethettiklerini bilirler ne de neyi kaybettiklerini.
.. idealimdeki kadın hep Diana olmuştur. Ondaki gerçek iffet, aşırı ciddiyet hep ilgimi çekmiştir. Fakat kafam hep onda olsa bile, ona hep kuşkuyla bakmışımdır. İffetle topladığı övgüleri hiçbir şekilde hak etmediğine inanıyorum. O hayattaki rolünün iffete dayandığını biliyordu, sadece bunun için muhafaza edilmeliydi. Ayrıca filoloji çevrelerinde annesinin feci doğum sancıları çekmiş olduğunu tahayyül ettiğine dair fısıltılar duymuştum. Bu onu korkutmuştu, bunun için Diana'yı suçlayamam, zira ben de Euripides'in sözlerine katılıyorum: Bir kere çocuk doğurmaktansa üç defa savaşa gitmeyi tercih ederim. Diana'ya öyle sahiden âşık olmazdım, ama onunla bir kez sohbet edebilmek için çok şeyimi feda edebilirdim, şöyle dobra dobra diyebileceğim bir sohbet. Her türlü numaraya alışık olmalı. Anlaşılan, benim iyi kalpli Diana'm şu veya bu şekilde öyle bir bilgi hazinesi taşıyor ki, bu onu Venüs'ten bile çok daha az toy yapıyor. Onu yıkanırken gözetlemekten hoşlanmazdım, katiyen, fakat sorularım vasıtasıyla gözetlemek isterdim. Şayet mağlup olacağımdan korktuğum gizli bir randevuya gidiyor olsaydım, hazırlanır, ikmalimi yapar, silahlarımı kuşanır ve onunla sohbet ederek erotizmin tüm ruhlarını harekete geçirirdim.
Yabancı bir gezgini yanlış yola yönlendirip onu orada tek başına bırakmak zalimce bir davranış da, insanın kendi içindeki patikalarda kaybolmasına neden olmak daha masum olabilir mi? Dışarıda yol alan gezginin bir avuntusu vardır, ilerledikçe etraftaki görüntü değişir ve her değişmeyle içinde bir çıkış yolu ümidi doğar; kendi içindeki yollarda ilerlemeye çalışan biri için durum farklıdır, dar bir bölgeye sıkışmıştır; dışına çıkamayacağı bir döngüye düştüğünü çabuk fark eder, onun durumu daha vahimdir. Daha entrikacı bir kafa yapısı tasavvur edemiyorum, kendi derinliklerinde kaybolmuştur, vicdanı uyanmaya başlayıp bu dipsiz karanlıktan kurtulmak istediğinde ise, tüm algıları kendi iç dünyasına doğru bükülmüştür bile. Bu tilki ininin bir sürü çıkış kapısı olabilir, ama bir işe yaramaz; korkuyla irkilmiş ruhu gözüne çarpan her gün ışığını bir çıkış yolu sanır, ona yönelir ve hep bir giriş bulur, şüpheleri onu kovalarken dehşet içinde arar da arar; yeni bir çıkış arar, bir giriş bulur ve her defasında tekrar tekrar kendi içine doğru döner.
Mahcubiyeti kullanmak güç bir sanat, lakin bir insan onun yardımıyla çok şey de kazanıyor...
Aşk hakkındaki şahsi görüşüm, her aşk ilişkisinin en fazla altı ay süreceği ve en uç noktaya kadar tadı bir çıkarıldı mı o ilişkinin sona ermeye mahkum olduğudur...
''İstediğimiz şey, öteki parçamızın istemediği şeydir..!''
Cordelia benden bir mektup aldığında arkasında bulunabilseydim çok ilginç olabilirdi. O zaman mektupları ne dereceye kadar erotik yönden algıladığını en net şekilde görebilirdim. Genelde, mektuplar bir genç kız üzerinde etki yapmada paha biçilmez araçlardır ve hep öyle olacaktır; cansız simgeler canlı sözcüklerden çok daha büyük etkiye sahiptir çoğunlukla; Mektup gizli bir iletişimdir; duruma egemensinizdir ve başka birinin varlığının baskısını hissetmezsiniz ve mektubu okuyan genç kız ise yalnız idealleriyle baş başa kalır ki bunlar özel ve etkisini en güçlü hissettiği anlardır.
Bilinç uyandığında ve kendini bu kargaşadan kurtarmak sorun olduğunda ipin ucunu kaçırmış ve sonra da tüm düşüncesini kendisine yöneltmiş ve bir an boş durmayan karışık bir kafadan daha çok eziyet verici bir şey düşünemiyorum.
Anılar sırf bir koruyucu kılıf değil, aynı zamanda bir nevi şiddetlenme, genişleme ortamıdırlar, anıların içine işlediği şey iki misli gibi görünür.
"Yaşadığımız dünyanın görünmeyen yüzünde, ta arka planda başka bir dünya daha var; bu iki dünya arasındaki ilişki, tiyatrodaki esas sahne ile bazen gözümüze çarpan gerideki sahne arasındaki ilişki ile aynı. İnsan araya bir tül gererek daha aydınlık daha ruhani bir tül dünyası görür; bu dünyanın niteliği gerçek dünyadakinden farklıdır. Fiziksel olarak gerçek dünyada görünen birçok insan aslında bu dünyanın içinde değil, diğer dünyanın içindedirler."
Değerlendirmeler (0)