Milena’ya Mektuplar - Franz Kafka
Nasıl dayanırım? Onsuz yasamaya nasıl dayanacağım? Aklım almıyor. Sabahtan aksama değin sokaklarda dolasıyor, sabahlara değin penceremin önünde oturuyorum, bin bir sey geçiyor kafamdan, incecik bir oltaya takılmıs gibi sızlıyor yüreğim... Dayanılır gibi değil.
''Ve şimdi Milena, sen de bana sırt çeviriyorsun, uzun sürmez, biliyorum ama bak, insan buna kalbi atmadan uzun süre dayanamaz ve sen sırt çevirdiğin sürece, o kalp nasıl atar...''
''Sizinle ortak bir özelliğimiz var: O kadar çekingen ve ürkeğiz ki, hemen her mektup farklı, hemen her mektup birbirinden korkuyor; gelecek cevaptansa daha da fazla korkuyor...''
Önümde dursan ve bana baksan; içimdeki acılar hakkında ne bilebilirsin ki; ben seninkiler hakkında ne bilebilirim ki? Ve ayaklarına kapanıp ağlasam ve anlatsam; sana cehennemin sıcak ve korkunç olduğunu anlatsalar; benim hakkımda cehenneme ilişkin bildiklerinden daha fazlasını bilecek misin? Bu yüzden bile biz insanların cehennemin kapısının önündeymişiz gibi birbirimizin karşısında o kadar saygılı, o kadar düşünceli, o kadar sevgiyle durmamız gerek.
beklenmedik bir yol kavşağında sizi görüyorum. göreceğimi hiç ummadığım, hele böylesine bir karşılamayı aklımdan bile geçirmediğime göre milena ne yapabilirim? bağıramam, coşamam, içimde fırtınalar kopmuyor artık, bir sürü delice söz edemem, duymuyorum ki içimde olanları! diz çöktüğümü de şuradan anlıyorum; gözlerimin önünde ayaklarınız var, okşuyorum onları."
balkonda aç bir serçe duruyor ben de ekmek kırıntılarını odanın içine bırakıyorum. Aç olduğu halde, yaşamak için buna ihtiyaç olduğu halde tedirgin bekliyor. Çünkü içerisi onun için bilinmeyen karanlık bir yer. Ekmek onu kendisine çekiyor o da odanın içinde sayılır herşeyiyle bunu istiyor. Sonra silkinip kendine geliyor ve kaçıp gidiyor. Biliyorum kıpırdayıp korkutmasaydım onu korkup kaçmayacaktı oradan. Gelip ihtiyacı olan ekmeği alıp gidecekti..
Bir çırpıda yüreğimle açtığım bu yolu kapatmak, ağır ağır dönmek, vazgeçmek zor geliyor biraz. Elbet yüreğim sızlar. Gene de -sözünü edebildiğime göre- o kadar zor gelmedi anlaşılan. Çok bilmiş bir köstebek gibi yeni yollar açarım gerekirse, ne yapalım!
Unutamayacağım bir doğa olayıydı yüzün istasyonda Milena: "Bulutlardan değil, kendiliğinden gölgelenen bir güneştin sanki.
Ama üzüntü demek; gece gündüz, uykuda olsun, uyanık olsun, vücuduna saplanmış bir oku taşımak demek. Çekilir şey değil bu.
Ulu Tanrım, Milena , keşke burada olsaydınız ve sen ey zavallı, düşünmekten aciz kafa! Yine de sizi özlediğimi söylesem yalan olur; bu olup olabilecek en eksiksiz, en acı verici büyü: Buradasınız, tıpkı benim gibi, hatta benden de fazla; benim olduğum yerde siz de varsınız, üstelik benden daha fazla varsınız.
Bugün bir Viyana haritasına baktım, senin sadece bir odaya ihtiyacın varken, bu kadar büyük bir şehir inşa edilmiş olması bana bir an için akıl almaz geldi.
Ve ayrıca benimle ilgili olarak için rahat olsun, son günde ilk günkü gibi beklerim.
Kirliyim ben Milena, sonsuz kirli, o yüzden temizlik konusunda böylesine yaygara ediyorum. Hiç kimse cehennemin dibindekiler kadar temiz şarkı söyleyemez; meleklerin söylediğini sandığımız şarkı, aslında onlarınkidir.
Mutlulukmuş! Sanki mutluluk imkanı yalnız ve sadece bizim içimizde değilmiş gibi! Sanki mutlu olma yeteneği tıpkı şarkı söyleme, yazma, politika ya da ayakkabı yapma yeteneğine benzer özel bir kabiliyet değilmiş gibi!
Ama çocuklar ciddidirler ve imkansızlık nedir bilmezler. suya atma işinde on kez de başarısız olsalar, bir dahaki sefere başaramayacaklarını düşünmezler, hatta önceki on denemede başarısız olduklarının farkında değildirler.
Tutalım ki seni her şeyden çok seviyorum dedim, aslında bu bile sevgi sayılmaz; senin bir bıçak olman, benim de bu bıçakla içimi deşip durmamdır sevgi.
Bir bakıma senden bağımsız durumdayım, çünkü sana karşı bağımlılığım sınır tanımıyor. "Ya hep, ya hiç." fazlasıyla büyük bir söz benim için. Ya sen benimsin, o zaman her şey yolunda demektir, ya da kaybederim seni, benim olmaktan çıkarsın, o zaman iş kötüye varmakla kalmaz, her şey çıkıp gider elimden, o zaman ne kıskançlık kalır, ne hastalık, ne korku ne de başka bir şey...
Bak, Milena, Robinson bir gemiye tayfa yazılı o tehlikeli yolculuğa çıkmış, gemi batmış ve daha bir sürü şey geçmişti başından. Oysa yalnızca seni kaybetmem yeter, Robinson'un durumuna düşerdim ben de. Hatta onunkinden de kötü olurdu durumum. Onun bir adası, çalışmayıp dinlendiği bir cuması ve daha pek çok şeyi vardı, sonunda da bir gemi adadan yine alıp götürdü kendisini ve başından geçenleri bir düşe dönüştürdü. Ama seni yitirdim mi hiçbir şey kalmaz benim elimde, adım bile kalmaz, onu da sana verdim çünkü.
"Ben bütün zamanımı ve bütün zamanımdan bin kat fazlasını ve daha da iyisi, dünya üzerinde var olan bütün zamanları senin için kullanmak istiyorum; seni düşünmek, senin içinde nefes almak için. Evimin de huzuru kaçacak, gecelerin de huzuru kaçacak, bambaşka bir yerde olmak isterdim. Pek çok şeyin bambaşka olmasını isterdim..."
Şaşırtıcı şeyler vardır ama bu, en az şaşırtanlardan biri olurdu; çok daha şaşırtıcı olan, mesela her sabah yataktan kalkmak. Fakat bu, insana güven veren bir sürpriz değil, kimi zaman tiksinti uyandıran bir garabet.
İçi insanlarla dolu büyük evler var karşıda, gene de tek odada bir başına olmak, bir evde yalnız yaşamak, yaşamın en önemli yanı, daha doğrusu: Kimi zaman yalnız kalabilmek mutluluğun ilk koşulu.
Demek sana çiçek gönderdiler ve sen de onu odana koydun üzüldüm doğrusu buna. Odandaki bir eşya olsaydım o çiçekler çıkana kadar bir daha girmezdim o odaya.
Hayat iki seçenek çıkarır insanın önüne:Ya yazgısını sırtlanacak, evet deyip yaşamını ona göre düzenleyecek, yazgısına kucak açacak, üstünlük ve sakıncaları kabullenecek, mutluluk ve mutsuzluklarına içtenlikle, pazarlığa kaçmadan, yüce kalplilik ve alçak gönüllülükle alıp bağrına basacaktır. Öbür seçenek yazgısını aramaktır. Ne var ki aramakla yalnızca güç, hayal, zaman, yerinde ve olumlu körlük, içgüdü kaybedilmez, kendi değerini elden çıkarır insan. Yoksullaşır giderek. Ele geçen şey, elde var olandan her zaman için daha kötüdür. Hem inanç gereklidir aramak için, inanç için de belki yaşamanın gerektiğinden daha fazla güç.
Bu kuşkum nereden geliyor? Böylesine bitik olmamın nedenlerinden biri, belki de en önemlisi: O anlatılamayacak kadar rahatlık veren, beni alt üst eden etinin sıcaklığını yavaş yavaş yitiriyor oluşum. Gel artık! Sen olmayınca yanımda, korku başkaldırıyor, bütün gece, sabaha kadar boğuşuyorum onunla. Ciddi bir yanı var bu korkunun, boşayamıyorum, üstelik durmadan da şu gerçeği sokmak istiyor gözüme: "Milena da senin gibi bir insan, ne yapsın?"
Bu bakımdan güçlü olduğum zamanlarda bile güçlü değildim ben.
"ah! milena senin yanında öylesine huzurlu, öylesine huzursuz... öylesine baskı altında ve öylesine özgürüm ki"
"korkağım, belki de beni bu yüzden sevdin milena"
Aylar sonra ilk defa gözlerim bir işe yarayacak seni görerek.
Yanımda yürüyordun Milena, düşünsene,yanımda yürümüştün!
Sağlıksız hayaller gerçekten de yalnız olmaktan kaynaklanıyor.
Sana olan yakınlığımdan elde ettiğim gücü sakın hafife alma!
Demek gidiyorsun ve gerektiginde geceleyin bile olsa buraya gelme ihtimalini ortadan kaldiriyorsun. Sonra da benden uyumami bekliyorsun.
"Milena, Milena, Milena... Adından başka şey yazamıyorum.
"Bak Milena, yüreğimde sen olduktan sonra herşeye göğüs gerebilirim; mektup almadığım günler korkunç diye yazdığıma bakma, doğru değil pek, zor geliyor, güç oluyor öyle günler, ağır geliyor, su alan bir kayık gibi, battı batacak, genede yüzüyor senin sularında. Yalnız birşeye göğüs geremem, senin yardımın olmadan birşeyle başa çıkamam: " korkuyla"; bu konuda alabildiğine güçsüzüm, çaresizim, gücüm incelemeye bile yetmiyor, batıverecegim dibe."
"Ve gece yazdığın mektup orada işte,nasıl okunabileceğini aklım almıyor,bir göğüs havayı solumak için böyle nasıl daralıp genişliyor,aklım almıyor,senden nasıl uzak kalınır,aklım almıyor."
İnsan aslında sahip olduklarının bilincinde olmayan bir kapitalist.
Bazen sanki kurşundan yüklerim varmış ve bir anda beni denizin derinliklerine çekecekmiş gibi hissediyorum, beni yakalamak yada 'kurtarmak' isteyen biri de sadece beni bırakıyor, güçsüzlükten yada çaresizlikten değil sadece kızgınlıktan.
Durum şuydu: Beyin kendisine yüklenen üzüntü ve acılara dayanamaz hale geliyordu. Diyordu ki: Ben pes ediyorum; fakat burada, bütünün korunmasına önem veren biri daha var, o halde yükümün bir kısmını alabilir ve bir süre daha böyle idare edilebilir. İşte arada akciğer devreye giriyordu, herhalde kaybedecek pek bir şeyi yoktu. Beyin ve akciğer arasında, benim bilgim dışında yapılan bu pazarlıklar korkunç geçmiş olmalı.
Gelme. Bir gün gerçekten ihtiyacım olduğunda ve senden gelmeni istediğimde, hemen geleceğin umudu kalsın bende, ama şimdi gelmesen daha iyi, çünkü yine gitmek zorunda kalacaksın.
Ve her şeye rağmen bazen şuna inanıyorum: Eğer mutluluktan ölünüyorsa, bu benim başıma gelmeli. Ve eğer ölüme yazgılı biri mutluluk sayesinde hayatta kalıyorsa, o zaman hayatta kalacağım.
Üçüncü bir yolda ilerlemek istiyorum; sana ya da ona değil, yalnızlığa çıkan yolda.
Galiba erkekler daha fazla acı çekiyorlar ya da bir başka bakış açısıyla, bu konuda karşı koyma güçleri daha az. Oysa kadınlar daima suçsuzca acı çekerler; üstelik "ellerinde olmaksızın" değil, gerçek anlamda, ki aslında belki bu da yine "ellerinde olmaksızın"a çıkar.
"Yardım et bana! Söyleyebildiklerimden daha fazlasını anla!"
Uykusuzluktan kendimi kurtarmak için küçük bir gezintiye çıkmıştım bugün o mühendisle. Sana bir kart yazdım, ama imzalayıp gönderemedim... Bir yabancıya yazar gibi yazamıyorum artık sana.
Bu dünyada olduğun için teşekkürler; baştan ona bakıp da senin, içinde bulunabileceğini düşünemezdim...
Sevinçliyim, geceleri bana uğramayan uykunun yolunu öğrendim artık. Uykusuzluğa karşı koymak budalalık... Yeryüzünde en suçsuz şey uyku, oysa en suçlu varlık insan!
Şu yeryüzünde bana yetecek kadar sabır var mı dersin, Milena?
Seninle olsam, ne kolay bir yaşamım olacak.
Medusa'nın muhteşem başı olmalı sende, endişe yılanları aynı öyle kıvrılarak başını sarıyor, benimkilerse daha da yabani korku yılanları...
Bir ağacın önünde duruyorsunuz, sapasağlam, gençsiniz, güzelsiniz, yeryüzünün acısını yansıtıyor gözlerinizdeki ışık. Köşe kapmaca oynanıyor, bir ağaçtan ötekine sürünüyorum karanlıkta, tam ortasındayım yolun, sesleniyorsunuz bana, tehlikeleri hatırlatıyor, ürkek adımlarımdan telaşlanarak cesaret vermek istiyorsunuz bana (bana!) bu oyunun ne türlü ciddi olduğunu anlatmaya kalkışıyorsunuz beceremiyorum, düşüyorum, yerdeyim işte.
Durmadan gece gündüz soruyorum kendime işte; sizden gelecek mektubu çarpıntılar içinde bekliyorum, boşuna yiyorum kendimi; bir hafta boyunca taşa bir çivi çakmakla görevlendirilmişim sanki ama çivi de işçi de benim Milena!
Huzur mu istiyorsun? Az eşya, az insan.
"bu gece de sana mutlu uykular dilerken her şeyimi sana veriyorum bir solukta! benim mutluluğum sende erimektedir.."
İnsan kendi eksikliğine katlanmak zorundadır, her an için; oysa iki kişilik eksikliğe katlanmak zorunda değildir. Gözler, yuvalarından çıkarıp atmak için yok mudur ve kalp de aynı şekilde?
Değerlendirmeler (0)