Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar - Arthur Schopenhauer
"kendine yetmek, kısacası kendi olmak kuşkusuz mutluluğumuz için en yararlı niteliktir."
''Bir ahlak duygusu ele alalım ki, temelleri olmayan ve sadece öğüt olarak kulaklarımızı doldurduğu için var olan. İşte böyle bir duygunun etkisinin kaydadeğer olmasını bekleyemeyiz. ''
"Her şeyden evvel hiçbir insan mutlu değildir; bütün hayatı boyunca hayali bir mutluluk peşinde koşup durur, onu nadiren ele geçirir ve ele geçirse bile, geçirmesiyle birlikte bir yanılsamadan, bir düş kırıklığından başka bir şey kalmayacaktır geride; ve kural olarak sonunda bütün umutları suya düşecek ve limana bir enkaz halinde girecektir. O halde yalnızca her an değişip duran şimdiden ibaret olan ve şimdi sona eren bir hayatta mutluluk olmuş mutsuzluk olmuş hepsi birdir."
"Doğuştan gelen tek bir yanılgı vardır ve bu da mutlu olmak için var olduğumuzdur. Bu bizde doğuştandır, çünkü bu bizim varoluşumuzla çakışır ve bütün varlığımız onun tefsirinden, hatta bedenimiz onun monogramında ibarettir. Biz yaşama iradesinden başka bir şey değiliz, ve bizim bütün istememizin ardışık tatmini mutluluk kavramıyla düşündüğümüz şeydir."
"Onun arzularının sınırı yoktur, onun taleplerinin sonu yoktur, her tatmin edilmiş arzu yenisinin doğumuna sebebiyet verir."
Ömrümüzün ilk kırk yılı metindir, takip eden otuz yıl da bunun yorumu.
Vahşiler birbirini yer, uslular birbirini kandırır, buna da dünyanın gidişatı denir.
...toplum kalabalıklaştığı anda, orada adilik hâkim olmaya başlar.
Ayrıca nasıl ki hiçbir ülke sadece birkaç kalem ithalata ihtiyaç duyan ya da hiç duymayan bir ülke kadar müreffeh değilse, en mutlu insan da içindeki zenginliği kendisine yeterli olan ve varlığını idame ettirmek için dışarıdan ya çok az ya da hiçbir şeye ihtiyaç duymayan insandır. Çünkü ithal mallar pahalı şeylerdir, bağımlılığı açığa vururlar, tehlikeye sebebiyet verirler, sıkıntı meydana getirirler ve sözün kısası yerli imalat için sefil birer ikamedirler. Hiç kimse başkalarından ya da genel bir ifadeyle, dış dünyadan çok fazla bir beklenti içerisinde olmamalıdır. Bir insan tekinin bir başkası için ifade edebileceği şey öyle çok büyük değildir: Neticede herkes yalnız kalır ve önemli olan şey yalnız kalanın kim olduğudur.
Bütün budalaların başına gelen en büyük bela fikirlerle ilgilenmemeleridir ve can sıkıntısından kurtulmak için sürekli olarak gerçekliklere ihtiyaç duymalarıdır. Fakat gerçeklikler ya tatmin edicilikten uzak ya da tehlikelerle doludur; üstelik ilginç olmaktan çıktıklarında yorucu hale gelirler. Fakat düşünce dünyası sınırsız, zararsız ve sakindir.
İç dünyası zengin insan tamamen yalnızken, kendi düşünceleriyle ve hayalleriyle eşsiz bir eğlence bulur; öte yandan, ruhsuz biri sürekli dernekten derneğe, oyundan oyuna, yolculuktan yolculuğa ve şenlikten şenliğe koşsa bile, can sıkıntısından kurtulamaz. İyi, ılımlı, yumuşak bir karakter kısıtlı koşullarda hoşnut olabilir; öte yandan, hırslı, kıskanç ve kötü biri tüm zenginliğe karşın hoşnut değildir. Ama ancak, sürekli sıradışı, zihinsel açıdan olağanüstü bir bireyselliğin tadına varan bir kimse için, genel olarak ulaşılmaya çalışılan hazlar bütünüyle gereksizdirler, hatta sadece rahatsızlık verici ve usandırıcıdırlar.
Mutluluk öğretisi, kendi isminin bir güzel göstermece olduğunu, "mutlu yaşama"dan yalnızca "daha az mutsuz" yaşamanın, yani katlanılabilir bir yaşam sürmenin anlaşılması gerektiğini göstererek başlamalıdır.
Aynı dışsal olaylar ya da koşullar, herkesi bütünüyle başka başka etkiler ve herkes aynı ortamda yine de başka bir dünyada yaşar.
Çünkü ancak kendi tasarımlarıyla, duygularıyla ve istenç devinimleriyle doğrudan bir ilişki içindedir; dışsal olaylar ancak içsel olayların izin verdiği ölçüde o kişiyi etkiler.
Herkesin içinde yaşadığı dünya, öncelikle kendi kendisini kavrayışına bağlıdır; bu yüzden kafaların farklılığına göre yönlenir:
Herkes tıpkı kendi derisinin içinde olduğu gibi, kendi bilincinin içinde yaşar:Bu yüzden dışarıdan pek de yardım edilemez ona.
Sahnede biri prensi, bir başkası danışmanı, bir üçüncüsü hizmetçiyi ya da askeri ya da generali vb. oynar. Ama bu farklılıklar yalnızca dış görünüştedir. İç dünyada böyle bir görünüşün çekirdeğinde, herkeste aynı şey yatar: Eza ve cefa içinde yoksul bir komedyen. Kimse kendi bireyselliğinin dışına çıkamaz.
Yani öncelikle hayalimizde dünya kurmamalıyız; çünkü, onları kurduktan hemen sonra, üzüntüyle yeniden yıkmak zorunda olduğumuzdan, bize fazlasıyla pahalıya mal olur.
Rahme düşmesi bir suç, doğumu bir ceza, hayatı bir meşakkat ve ölümü bir gereksizlik iken insan, nasıl vakur bir varlık olacaktır?
Yaşamak umurunda olmayan kimseden salt bir makine gibi başkalarının yararına hayatını sürdürmesini talep etmek anlamsız, anlaşılmaz bir taleptir.
Bütün bunları gayet iyi biliyorum, ama zerre aldırdığım yok, çünkü benim tek ölçütüm var, o da hakikattir.
Hiçbir zaman şunu aklımızdan çıkarmamalıyız, hainler arasında olmaktansa yapayalnız olmak evladır.
Biliyorum ki ben olmaksızın Tanrı bir an bile yaşayamaz ve eğer ben yok edilecek olursam Tanrı da zorunlu olarak kayıplara karışacaktır.
Haset kimse avutamaz seni, Bir parça rahatlatacaksa eğer, Küçümse, hor gör beni! Madem ki ünüm ve talihim kapanmaz yarandır, Benim de kazancım olsun azabın senin.
...Fakat başkalarının felaketlerinden duyulan haince bir zevk, insan tabiatındaki en berbat özellik vasfını korur.
...Çünkü her zaman, her yerde ve bütün koşullarda dar kafalı, kıt akıllı ve bayağı kimseler üstün zekâ sahibi insanlara karşı derhal ya da içgüdüsel olarak birleşip ittifak oluştururlar ve onları doğal düşmanları olarak görürler; onları bir araya getirip birbirlerine böylesine sıkı sıkıya kenetleyen şey bu tür insanlardan duydukları ortak korkudur.
Hiç kimse kendinden fazlasını göremez. Herkes başkasında kendisi olabildiği kadarını görür, çünkü onu ancak kendi zekası ölçüsünde anlayabilir. Bu zeka düşük türden ise, tüm zihinsel yetenekler, en büyükleri bile, onun üzerinde etkide bulunamayacaklar ve o da bu yeteneklerin sahibini algılayamayacak, sadece onun bireyselliğindeki en düşük olanları, kendisiyle ortak olan zayıflıkları, mizaç ve karakter eksiklikleri algılayacaktır.
Aşağı sınıftakiler günlerini ihtiyaçları tedarik için sürekli bir mücadele ile , başka bir deyişle ISTIRAP içinde geçirirken, yüksek sınıflar Can Sıkıntısıyla biteviye ve çok kere umutsuz bir savaş halindedir..
Kadınların mizacında , doğalarının en derinlerinde her şeyi erkeği elde etme aracı olarak görme temayülü kökleşmiştir ve başka herhangi bir şeye alakası her zaman asılsız, taklidi bir alakadır, esasen amaçlarına eriştirecek , yosmalık , yapmacıklık ve kandırmacadan müteşekkil dolambaçlı bir yoldan başka bir şey değildir.
... Şunu hatırdan çıkarmayın, ahmaklar için yazanlar her zaman karşısında geniş bir dinleyici kitlesi bulurlar ; Okuma zamanınızı sınırlamaya dikkat edin ve okumak için ayırdığınız zamanı da münhasıran bütün zamanların ve ülkelerin büyük kafalarının eserlerine tahsis edin, onlar insanlığın geri kalanını yukarıdan seyrederler, şöhretleri onları zaten bu hüviyetiyle tanıtır. Okunması halinde sadece bunlar gerçekten bir şeyler öğretir ve insanı eğitir.
Sırf bayağı kimselerin her gün piyasaya çıkan ve sinekler gibi her yıl katlanarak çoğalan yazdıklarını okumak uğruna bu bütün zamanların ve bütün ülkelerin en nadir ve en soylu kafalarının eserlerinin kapağını bile kaldırmaksızın yüz üstü bırakan halk tabakasının budalalığı ve huysuzluğu inanılacak gibi değildir.
Bir insanın okuduğu her şeyi muhafaza etmesini istemek , yediği her şeyi midesinde muhafaza etmesini istemekten farksızdır. Yediği şey onu bedenen , okuduğu şey de zihnen beslemiştir ve o bunlarla ne ise o olmuştur. Nasıl ki beden kendisiyle türdeş olanı hazmederse , bir insan da kendisini ilgilendiren- dikkatini çeken şeyi muhafaza edecektir ; bir başka deyişle onun düşünce sistemiyle örtüşen yahut amaçlarına denk gelen şeyi bünyesinde alıkoyacaktır. Tabiatiyle herkesin hedefleri vardır. , fakat çok azı bir düşünce sistemine benzer bir şeye yaklaşır. Bu sebepten ötürüdür ki bu insanlar hiç bir şeye nesnel bir alaka göstermezler, okuduklarından hiç bir şey hatırlamaz.
Her ne kadar yüksek ve ulvi görünürse görünsün, her türlü aşkın kaynağı cinsel güdüdür.
Kolay değildir mutluluk ; kendimizde bulmak çok zordur, başka bir yerde bulmak ise imkansızdır.
Düzeni kuramazsan düzen kurulur. Fakat iyiliğin de imtihanı bu, şerrin bozulup dağıttığını gücü yettiğince derleyip toplamak.
Dar kafalı ve anlayış yoksunu olanların her zaman belli ölçüde bir küçümsemeyle karşılaşıyor olmalarının herhalde kısmen şu durumdan ileri gelebilir: irade onlarda yükünü büyük ölçüde hafifletmiş ve hedefleri için zihni gücün ancak çok küçük bir miktarını üzerine almıştır.
Eğer bir şeyin her yerde ve bütün şartlar altında benimle olduğuna dikkat kesilirsem, söz gelimi tıpkı özel bir koku gibi, onun benim tabiatımın bir parçası olduğuna hükmederim. İstesem de ondan uzak duramam, nereye gitsem benimle birlikte bulunur.
Öyle günlerden geçiyoruz ki bütün olumsuz şartlara rağmen ne yapıp edip akıl sağlığımızı korumalıyız.
Artık insanlar birer figüran haline getiriliyor, rol alacakları hadiseler yasa kural tanımaksızın kurgulanıyor.
Mühim meseleler üzerine sağlam ciddi düşüncelerin zihinde keyfi olarak toplanması mümkün değildir. Her türlü beyhude, budalaca ve bayağı ictirarı bir tarafa bırakarak ve bilumum riyakarlık ve saçmalıktan yüz çevirerek onlar için yolu açık tutmak. O nedenle yapacak bir şeyimizin olmadığı boş vaktimizin olduğunda hemen bir kitaba sarılmamalı, fakat bir kere olsun zihnimizin sakin ve dingin hale gelmesine izin vermeliyiz, o zaman orada er geç iyi bir şeyin doğduğu görülecektir
Kim olduğumuzu bilmiyoruz, Kendilerini bile bilmeyen maskelerden farksızız. Hayvanlar bizi tam böyle görüyor biz de onları.
Kitaplar sadece tali temsilleri aktarırlar . Bir şeyin algıdan yoksun kavramları onun sadece genel bilgisini verir.
Asıl bilgelik soyut değil sezgisel bir şeydir.
Fakat her yanılgı er veya geç mutlaka zarar verir ve yanılgı ne kadar büyükse bu zarar da o kadar büyüktür.
Her çareye, her ayrıcalığa, her üstünlüğe derhal yeni mahzurlar veya köstekler musallat olur...
Gerçek bilgi yani dolaysız bilgi sadece algı, bizatihi yeni, taze kavrayıştır.
Kitaplar tecrübenin yerini tutamaz çünkü kavramlar her zaman genel kalır ve dolayısıyla münferit olana ulaşmaz...
Aralıksız okuma ve çalışma zihni kesinlikle harap eder; kendi düşünce ve bilgi sistemimizin bütünlüğünün ve kesintisiz irtibatının kaybolması da bu neticeye yol açar ve ekseriya biz bu insicamı bütünüyle yabancı fikirler silsilesine yer açmak için kendimiz isteyerek bozarız. Bir kitabın vermeyi vaat ettiklerine yer açmak için kendi düşüncelerimi zihnimden uzaklaştırmak gerekir.
Maddecilik kendini hesaba katmayı unutan öznenin felsefesidir.
Madde zihin tasavvurudur; zihin maddenin ancak tasavvurundan mevcut şeydir.
Bir varlığın mevcudiyet düzeyini belirleyen bilinç derecesidir.
Zihni olmayan her şey gerçek dışı ve saçmadır.
Okuma ancak düşünme için malzeme verdiği kadarıyla kavrayışımızı ve asıl bilgimizi artırır.
Bilgi bir sınırlamadan kaynaklanır ve sınırlama sebebiyle zorunlu hale gelir, hedefi de bu sınırları genişletmektir.
Farklı olan ancak farklı olan tarafından bilinir.
Bilgimize öznel unsurun ne ölçüde ilave edildiğini tam olarak kestirmek için bir ve aynı hadiseye iki insanın gözleriyle daha sık bakmamız gerekir.
Basiret ve feraset de muhakeme kabiliyetinin tezahürleridir; ilkinde faaliyeti düşünme, ikincisinde sınıflandırma ile ilgilidir.
Beynin düşler dünyasını uyandıran işlevinin bir benzeri önümüze gerçek nesneler dünyasını koymada da gösterir.
Muhakeme kabiliyeti ve kendine has fikirlere sahip olma, dünyanın ağzına kadar dolu olduğu sıradan, sefil kafalarda gerçekten eksik olan şeydir.
Zaman içerisinde tecrübe ve itiyat kazanırız ve bu da yavaş yavaş hayat bilgeliğine dönüşür.
Her adaletsizlik iyi bir şeyin ortadan kaldırılmasıdır.
Bedenimiz için üzerinde durduğu sağlam zemin neyse zihnimiz için de algı - kavrayış odur.
Zihin öyle bir tabiata sahiptir ki dışarıdan içeriden olduğundan daha kolay görünür. O tıpkı bir teleskop gibidir. Onunla bakılır ve her şey açık ve aydınlıktır; çevirip içeriye bakmaya çalışın, her şey karanlıktır. Hiç bir şey bu geceyi aydınlatamaz; gözlem-kulelerimiz bütün ışınlarını dışarıya yayar.
Nesnelerin bütün varlığı, hissi özü- cevheri ve onlara verdiğimiz suret bize bağlıdır, bize nispetledir.
Mevcudiyeti her türlü şüphe ve tereddütte karşı güvence altına alınmış bu dünyada neticede şehirler taşlaşmış, insanlar sağırlaşmıştır.
Metafiziğin gerçek özel alanı hiç kuşku yok zihin felsefesi denilen şeyde yatar.
Çünkü felsefe ile her türlü hakiki uğraşının zorunlu başlangıç noktası Sokrates'e ait şu derin histir: " Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir ".
Felsefe bütün dünyanın, bütünün olduğu kadar bütünün parçalarının da özünün soyut bir beyanı yahut ifadesi olmalıdır.
Her şeyde rehberiniz, yok edilmesi göçüp gitmesi mümkün olmayan akıl olmalıdır.
Sokrates vaktiyle felsefenin uğraşını ölüm'le sınırlamış ve bir filozofun ölüm karşısındaki tavrının ne olması gerektiğini gösteren örnekle ve öğretisiyle ölümsüzleşmişti.
Hristiyanların söyledikleri gibi biz dünyadayız ama dünyaya ait değiliz.
İdealizmin öngördüğü gerçek birey dünya bütünü içinde tecrit edilmiş değil bilakis rengarenk ilişkiler ağıyla o bütüne methaldar olmuş bir bireydir.
Kaygı tecrübesi bize saklı hakikati açar: nihai teselli yoktur, her türlü çabanın sonucu beyhudedir, akıbeti var olmayanın uçurumudur.
İnsanın sınırlılığını, ölümün kaçınılmazlığını bilmek, kendi başına hayatı anlamlı ve önemli hale getirebilir.
Öleceğimizden emin olmalıyız ve ne zaman öleceğimizi hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Bu, görünüşte herkesin bildiği hakikatin bir sonucu olarak biz her zaman ölüm karşısında yaşamayı öğrenmeliyiz.
Halis ve hakiki kimseler olarak hayatımızın hedeflerini gelecekte bir yere yerleştirmeyiz ve onlara ulaşmayı hayatın anlamının ölçüsü haline getirmeyiz.
Şimdiki anın tecrübe edebileceğimizin ve içinde yaşayabileceğimizin tamamı olduğunu düşünmeliyiz.
Kişisel ölümün tüm gerçekliği bir kez kabul edilince o an bir aciliyet ve vazife duygusuyla şekillenir. Kişi toplum içerisindeki varoluş bayağılığından, büyük kalabalıkların düşmüş durumundan kurtulur.
Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar - Arthur Schopenhauer